Falyalı’nın sağ kolu öldürülmüştü: ‘Susurluk’u bile gölgede bırakacak rezalet’

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın evvelki günkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ziyareti, KKTC medyasına ‘Erdoğan kalabalık için Türkiye’den insan getirdi’ halinde yansırken adadaki yasa dışı ilgiler ağı argümanları gündemde yerini koruyor.

Bugün Kıbrıs Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni Ayşemden Akın’a verdiği röportaj ile Türkiye’deki kimi AKP’li siyasetçilere ait savları lisana getiren Halil Falyalı’nın finans müdürü Cemil Önal öldürüldü.

‘AKIN’IN CAN GÜVENLİĞİNİ TAKİP EDİYORUZ’

CHP’nin Dış Siyasetten Sorumlu Genel Lider Yardımcısı Namık Tan, Cumhuriyet’ten Tabiat Öztürk’e konuştu. Tan, iki haftadır Türkiye ve KKTC’nin giderek derinleşen siyasi bir skandalla çalkalandığını belirterek, “Kuzey Kıbrıs’ın ünlü maktul hata baronu Halil Falyalı’nın kara kutusu olduğu söylenen Cemil Önal’ın hayatına, kelamda müdafaa altında olduğu Hollanda’da adeta infaz üzere bir cinayetle son verildi. Cinayetin görgü şahitleri ve olayın yaşandığı otel sahibinin aktardığına nazaran, bu kabahat taamüden ve göstere göstere işlenmiş. Hiç kuşku yok ki, Cemil Önal Halil Falyalı’dan başlayarak ucu Maksut Serim’e, Hakan Fidan’a ve tahminen de daha kıdemli şahıslara kadar giden bir “kaset şantajı” skandalını ifşa ettiği için vefat buyruğu verilmiş. Bir diğer korku verici durum da, Önal’ın savlarını basına taşıyan KKTC’li gazeteci Ayşemden Akın’ın da mevt tehditleri alması ve bu durumu KKTC makamlarına bildirdiğini ve gerekli tedbirlerin alınmasını talep ettiğini toplumsal medya hesabından duyurması. Biz olayın aydınlatılması kadar, Sayın Akın’ın can güvenliğinin yeterince sağlanması konusunu da Cumhuriyet Halk Partisi olarak dikkatle takip ediyoruz” dedi.

‘YARGIYA İNTİKAL ETMELİ’

Basına yansıyan kimi haberlerde Cemil Önal’ın Türkiye’den bir milletvekiliyle görüşmek ve bildiklerini ona anlatmak için temaslarda bulunduğu, cinayetin tam da planlanan görüşmeden 2-3 gün evvel işlendiğinin aktarıldığını anımsatan Tan, “Bu yüzden, cinayetin zamanlaması akla ister istemez bu görüşmeyle ilgili olabileceği ihtimalini getiriyor. Bu bahis, tüm kamuoyunu ilgilendirdiği için hem yargıya intikal etmeli, hem de TBMM’de bir araştırma komitesi kurulmalıdır. Bizim 29 Nisan Salı günü CHP olarak mevzunun derinlemesine araştırılması için TBMM’ye verdiğimiz araştırma önergesi AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Belirli ki iktidar bu mevzunun bir an evvel kapatılmasını ve kamuoyuna unutturulmasını istiyor” diye konuştu.

‘ULUSAL GÜVENLİK MESELESİ’

Doksanlarda yaşanılanlardan ‘bile daha karanlık’ bir periyotta olduğumuzu söz eden Tan, “İktidarın en değerli kademelerinden, bakan ve bakan yardımcısı seviyesindeki bireylerin isimleri, her türlü kirli işe bulaşmış beşerlerle kurulan iş iştirakleri, rüşvet, tehdit ve şantaj tezleriyle anılıyor. Hükümet ise kendi halkına açıklama yapma gereği hissetmiyor. Türkiye Cumhuriyetinin resmi kurumları, yaptırım gücü ve imkânlarının, birtakım siyasetçilerin kirli işlerini örtmek için kullanılması kabul edilemez. Tarihimizde eşi görülmemiş kirli işlerle ismi anılanların Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde hesap vermemesi ismine faili meçhul cinayetler işleniyor olması, o kirli işlerin boyutunu da gözler önüne sermektedir. Dahası, Türkiye’yi yöneten iktidarın en zirvesindekilerin hakkında sağda solda şantaj materyallerinin dolaşması, sırf bir prestij değil, ulusal güvenlik sıkıntısıdır. Bir devletin kendi ulusal güvenliği için tehdit yaratan şahıslara ne biçimde muamele ettiğini de anayasamız ve kanunlarımız açıkça belirler” tabirlerini kullandı.

3 Kasım 1996 Susurluk Skandalı’nı anımsatan Tan, kelamlarını şöyle devam ettirdi: 1997’de Susurluk skandalının patlaması sonrası husus en azından yargıya intikal etmiş, TBMM’de de bir araştırma kurulu kurulmuştu. Burada Susurluk’u bile gölgede bırakacak bir rezaletin karşısında demokrasilerin vazgeçilmezi olan ‘hesap verilebilirlik’ unsurunun bu kadar çiğnenmesini kabul etmiyoruz. Bu fecî argümanlar açığa çıkana kadar da hususun peşini bırakmayacağız.

‘TEK VAADİ KÜÇÜK KÜLLİYE’

KKTC’yi ‘sarsan skandal’ ve kimi Orta Asya Türki Cumhuriyetlerin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanıması ile ardından yapılan açıklamalara değinen Tan, “Henüz göremediğimiz ancak varlığını açıkça hissedebildiğimiz bir bağ olduğunu düşündürüyor” dedi.

Tan, Erdoğan’ın KKTC ziyaretine ait olarak ise “Kıbrıs Türklerinin zinhar prestij etmediği ve ‘Erdoğan’ın 4. Sarayı’ olarak andıkları küçük külliye, Erdoğan’ın KKTC’ye şimdilik vadedebildiği tek şey üzere görünüyor. Erdoğan’ı dinlemeye gelenlerin ne kadarının adanın yerlisi olduğunu bilemeyiz; ama Kıbrıs Türklerinin Erdoğan’a ve onun KKTC’ye dayattıklarına olan yansısı o kadar derin ki, şayet yurtiçi mitinglerinde yaptıkları üzere KKTC’ye de kalabalık görünmek ismine Türkiye’den insan taşımışlarsa bu durumun kanıtlanması herhalde hiçbirimizi şaşırtmaz. Kendi ülkesinde popülerliği bu kadar düşen, “kalesi” olarak gördüğü kentlerde bile bugün Genel Liderimiz Sayın Özgür Özel’in mitinglerde topladığı kalabalığı görüp hiddetlenen Erdoğan’ın KKTC’de organik bir kalabalığı rahatça toplayabilmesi bizce bugün mümkün görünmüyor” tabirlerini kullandı.