İyi Parti Grup Toplantısı… Müsavat Dervişoğlu’ndan Bahçeli’ye: “Bunların Pişirdiğin Aşın Malzemesi Zehirdir Zehir, Su Katsalar Ne Katmasalar Ne!”

(TBMM) – İYİ Parti Genel Lideri Müsavat Dervişoğlu, “Teröristbaşını Meclise çağıran zat, artık teröristlerle pek sıkı fıkı oldu. Lakin Suriye’deki konferansa incinmiş. ‘Pişmiş aşa su katmayın’ diyor. Hala hayal aleminde. Bunları pişirdiğin aşın materyali zehirdir, zehir. Su katsalar ne, katmasalar ne? Pişmiş AŞ dediğin, bu millete dayatılan baldıran zehridir. Bugün incinmişsin. Bekle, sandık geldiğinde çok daha fazla incineceksin. Bu millet bu ihaneti affetmeyecek, göreceksin” dedi.

Dervişoğlu, partisinin TBMM Küme Toplantısındaki konuşmasında, İstanbul’daki 6,2 büyüklüğündeki sarsıntının herkesi gerçeklerle yüz yüze bıraktığını belirtti.

“Bugün nasıl ki ulusal egemenliğimiz türlü kılıflar ve dalaverelerle gasbedilmişse; sorumsuzlukları ve tembellikleri ile başta İstanbul olmak üzere her bir vatandaşımızın ömür ve barınma hakkını da o denli gasbetmişlerdir” diyen Dervişoğlu, şöyle konuştu:

“Bırakın inançlı konutlarda oturabilme hakkını, konut sahibi olabilmek, bütçesine uygun kiralık mesken bulabilmek dahi imkansızdır. 7 yıldır şuurlu olarak devam ettirilen, hiç bitmeyen ve bitirilmeyen ekonomik krizler, bile isteye yaratılan ve köpürtülen siyasi krizler içerisindeyiz. Her yaştan ve her meslekten insanımız çabucak her hususta kaygılıdır. Can güvenliğinden, mal güvenliğinden kaygılıdır. Geleceğinden kaygılıdır. Evlatlarından telaşlıdır. Emekçi kaygılı, çiftçi kaygılı, patron kaygılı, aydınlar, siyasetçiler, gazeteciler, gençler kaygılıdır. Kısaca Türkiye kaygılıdır, Türkiye huzursuzdur. Zira, ömür uzunluğu o koltukta oturmak dışında tasası olmayan tek adam ve avanesi, bütün kaygıları Türk milletinin omuzuna yüklemiştir, yalnızca kendisi huzur içindedir.

İşte bu yüzden, dönüp dolaşıp tıpkı yere, 1999 koşullarına geliyoruz. Çok hayati görülen dış siyaset problemleri, en netameli siyasi krizler, hatta en derin ekonomik darboğaz bile milyonlarca insanımızı ve tüm vatanımızı ilgilendiren zelzele gündeminin gerisine düşmektedir. Zira, sorun ne kadar İstanbul ise bir o kadar Türkiye’dir. Yaşanan sarsıntı bir defa daha göstermiştir ki 25 yıl kesintisiz halde İstanbul’u, 23 yıldır da Türkiye’yi yönetmiş Erdoğan ve avanesi, ne Türkiye’yi ne de İstanbul’u zelzeleye hazırlamıştır. Buna dair niyetleri olmadığı üzere bundan sonra da olmayacaktır. ‘Dönüşüm’ deyince, arsa ve imar rantını hatırlıyorlar. İnşaat deyince, AVM ve lüks rezidanslar dışında akıllarına bir şey gelmiyor. Her mevzuda olduğu üzere bu hususta da hiçbir vizyonları yok. Eski Türkiye derken, aslında kendilerini tanım ediyorlar. Zira iktidarları da kendileri de eskidir.”

“Ucuz atlattığımız bu sarsıntıda bile milletçe doyuramadığımız telefon operatörleri çuvallamıştır”

Dervişoğlu, 6 Şubat sarsıntısının üzerinden 2 yıldan fazla vakit geçmesine rağmen yaraların hala sarılamadığını belirterek, şunları söyledi:

“Son yaşadığımızdan anlıyoruz ki en temel, en acil, en kolay ve en hayati olan bağlantı altyapısında dahi en ufak bir geliştirme yapılmamıştır. Ucuz atlattığımız bu sarsıntıda bile milletçe doyuramadığımız telefon operatörleri çuvallamıştır. Buradan, atanmış ulaştırma sekreterine milletim ismine soruyorum; 6 Şubat’ta vatandaşlarımızın yaşadığı badireden ders çıkarıp gerekli tedbirleri neden almadınız? Türkiye, dünyanın en değerli ve en vasat irtibat hizmetine tonla para öderken zelzelede, felaketlerde dahi cep telefonu kullanamazken, internete ulaşamazken siz, işinize geldiğinde ustalıkla bant daraltıyor, toplumsal medyaya sansür koyabiliyorsunuz. Varlık Fonuna aldığınız Türk Telekom’u da, Turkcell’i de siz yönetiyorsunuz. Milletin cebinden rant şebekelerine kaynak aktarmak dışında, iktidarın torpillilerine milyonlarca lira huzur hakkı ödemek dışında hiçbirinizin aklına bu milletin hayrına, geleceğine, refahına dair bir şey yapmak gelmiyor mu?

“Seçimle alamadığınız İstanbul’u hileyle alabilmek için 50 milyar doları yaktınız”

Geçen hafta yaşadığımız sarsıntıda bir hakikat daha yüzümüze tokat üzere çarpılmıştır. 16 milyonluk İstanbul’da afet toplanma alanları yoktur. İşaretlenmiş alanlar da milletten gasbedilmiştir. Bu toplanma alanları olmadığı için can havli ile Seyahat Parkı’nda toplanmak isteyen vatandaşlarımıza da müsaade verilmemiştir. Vatandaşından korkar hale gelmiş tek adam ve iktidarı, ‘Gezi Parkı sembol bir alan, burada toplananlar şov yapar mı?’ korkusu ile vatandaşın hayatını travmalarına kurban etmiştir. Tek kederleri vazgeçemedikleri iktidarları olmuş. 1999 sarsıntısı sonrası belirlenen 470 toplanma alanından bugün yalnızca 77 tanesi kullanılabiliyor. Gerisi ise hepimizce malum olduğu üzere gasbedilmiş, kentin soluk borusuna AVM’ler, lüks rezidanslar ve gökdelenler dikilmiştir. 25 yıldır, internetten, telefondan, emlaktan, otomobillerden ve daha birçok kalemden zelzele vergisi toplanıyor, ÖTV toplanıyor. Az-buz bir para değil, neredeyse 40 milyar dolar para ediyor. Binalar çürük, internet çekmiyor, millet afette toplanacak alan bile bulamıyor. Sarsıntıya hazırlık mazeretiyle topladığınız parayı öbür yerlere harcayıp vatandaşımızı mevte terk ettiniz. Milletin hayatına harcamadınız lakin iktidarınızı korumak için, seçimle alamadığınız İstanbul’u hileyle alabilmek için 1 ayda 50 milyar doları yaktınız. 23 yıldır bitmeyen yağmanız devam etsin diye bu aziz milletin biriktirdiği dövizi har vurup harman savurdunuz.

Bu iktidarın ajandası tektir ve kirlidir. Türkiye bunlar için bir sermayedir. Taşıyla, toprağıyla, bayrağıyla, insanıyla ve inancıyla sermayedir. İstanbul da bunlar için sermayedir. Yıkıyorlar, satıyorlar, pazarlıyorlar, kısaca sömürüyorlar. Vatan bizim için uğruna can verilecek toprakken, bunlar için kupon arazidir. 15 Temmuz’u mazeret edip, kılıf uydurup devlet ve kurumların içini nasıl yağmaladılarsa Türk ordusunun topraklarını de işte bu türlü yağmaladılar. Oraları Londra fonlarına, körfez simsarlarına rehin diye bıraktılar. Artık tekrar Kanal İstanbul’un peşine düşmüşler. Suyun altından kıymetli hale geldiği çağımızda İstanbul’un son sulak alanlarına, su kaynaklarına saldırıyorlar. Kılıfı da hazırlamışlar, vatandaşa toplu konut yapacaklarmış. Konutu Türk vatandaşına yapıyorsanız, reklamı niçin Arap ülkelerinin televizyonlarında yayınlatıyorsunuz? Bu büyük yağmayı ‘Ayşe teyzeye, Ahmet amcaya mesken yapıyoruz’ diye perdelemeye çalışıyor, petrol zenginlerinden müşteri bulmaya çalışıyorsunuz. Sizin bu oyunlarınız bitmek bilmedi, biteceği de benzemiyor.

“Çocuk sahibi olamayan aileleri, aileden saymayan bu cehalet nedir?”

Şu artık gün üzere ortadadır; sarayın bekası ile milletin bekası birbirinden farklıdır. Türk milletinin devletini, Türk milletinden kopmuş bir avuç azınlık yönetim etmektedir. ya millet bekası galip gelecek ya da sarayın bekası Türk milletini ezecektir. Sorun sarayda ise deva buradadır, Meclistedir. Bu yağmanın, hadsizliğin, entrikaların, sınırsız gücün devası güçlendirilmiş parlamenter sistemdir. İşte o vakit Türk milleti egemenliğini geri alacak, vatanına sahip çıkacak, Türk toprağı emlak baronlarının değil, Türk evlatlarının olacak. Memleketin ve milletin getirildiği hal budur. Yetki tek adamdadır, bütçe tek adamdadır lakin tek adamın hiçbir sorumluluğu yoktur. Her süreçten elini yıkayıp sıyrılır çıkar. Vatandaşın hakkını güya lütufmuş üzere verir. Üreten millettir, hazine milletindir fakat medyasına o denli bir paket yaptırır ki sanırsın cebinden ulufe dağıtıyor. Başı sıkışınca da atanmış bakanları paratoner yapar, şimşekleri onların üzerine çevirir. İşte tam da bu yüzden bu bakanlar, iş yapmaları gereken vakitlerde paratonerlik yapıyorlar. Karşımıza hadsiz ve cüretkar açıklamalarıyla çıkıyorlar.

Bunlardan birisi, İstanbul Sıhhat Müdürüyken ‘Yenidoğan çetesine’ kılını kıpırdatmayıp ve aylar boyunca güya ‘soruşturma’ için bebeklerin vefatına seyirci kalmış sıhhat paratoneridir. ‘Eğer çocuğunuz yoksa aile olamıyorsunuz, yalnızca karı koca oluyorsunuz’ diyor. Yahu sen tabipsin. Bu ülkede çocuk sahibi olamayan aileleri, aileden saymayan bu cehalet nedir? Bu ne kadar yakışıksız, ne kadar rencide edici bir tanımdır? Mustafa Kemal Atatürk’ün de çocuğu yoktu ancak büyük Türk milleti hala onun evladı olmaya devam ediyor. Yazıklar olsun seni bakan yapana çünkü milletin kıymetleriyle buluşamamış insanlara bu görevleri verirseniz karşılaşacağınız sonuç bu olur. Bir oburu okullara sabun koymaktan aciz Ulusal Eğitim Bakanı. Ulusal eğitimi sivil toplum kuruluşu dediği kelamda tarikat fakat özde bir grup dümenciye peşkeş çeken ve eğitim topluluğunun da nefret paratoneri. İktidar değişikliğinde başörtüsü yasaklanacakmış, o denli diyor. Bayanlarımızın, genç kızlarımızın başörtülerini sömürmekten, başörtülerinin gerisine sığınmaktan bir türlü vazgeçemediler. Ulusal Eğitime bakanlık yapan bu zatın ettiği bir öbür laf var, ’20 yıl önce Türkiye’de köy okulu yoktu’ diyor. Allah seni ıslah etsin. Sen, ne zaman Milli Eğitim Bakanlığı yapabilirsin, biliyor musun, lakin okullar olmasa yapabilirsin. Bu başörtüsü yasağının birinci geldiği periyotlar 28 Şubat periyodu değil, 1989 yılında başörtüsü yasağına birinci karşı koyan bizleriz. Bugün kahraman gezenler başörtüsü yasağı geldiğinde vesayet kaygısından masa altında saklanırken yasağa karşı birinci boykotu baylatan kişidir Müsavat Dervişoğlu. Milletin ulusal ve manevi pahalarını sömürme periyodunuz bitmiştir.

“OHAL’de rejim değiştirmek şeytanın da yapay zekanın da aklına gelmez”

Bu paratonerler takımı bir şahane. Millet iradesinin tecelligahı TBMM’ye başkanlık eden zatın kelamlarını hatırlayın, ne dedi; ‘Devletin ülkesi ve milleti olmaz’ dedi. Millet iradesinin meskeninde, milleti yok sayan bir Meclis Başkanı var karşımızda. Fikrine katılırsınız katılmazsınız, milletten alınan mazbatayı göz nazaran göre gasbeden bu zat, bu ortalar yapay zekaya takmış durumdadır. ‘Yapay zeka, şeytani bir oyunun kesimi olabilir’ diyor. ‘Yapay zeka gözyaşının kıymetini bilir mi’ diye soruyor. ‘Yapay zeka, sevincin üzüntüden nasıl ayrılabileceğini bize anlatabilir mi’ diye merak ediyor. Bir yolunu bulsalar siyasette his sömürmek için yapay zekayı kullanacaklar üzere geliyor bana. Yani siz bu denli yanlışa, bu denli yanlışa, bu kadar kandırılmaya karşın yapay olmayan zekanızla tek bir özür dilediniz mi de yapay zekayı hızara veriyorsunuz? Yapay zeka, o dediklerinizi tahminen bilmez ve anlamaz lakin emin olduğum bir şey var. Mesela; yapay zeka mazbata gasbetmez. Yapay zeka devletini, ülkesi, milleti ve bayrağını eminim çok daha düzgün bilir. Yapay zekada şeytanlık aramayın. Gerçekleşmeyen darbeden OHAL çıkarıp, OHAL’de de rejim değiştirmek şeytanın da yapay zekanın da aklına gelmez. Bir şeytanlık arıyorsanız beslediğiniz ihanet şebekesinin kalkışmasından tek adamlık çıkaran kurnazlığa bakın. Zira Türkiye’yi mahkum ettiğiniz bu tek adam sistemi, şeytanlığın ta kendisidir.

“Size bu saçma lafları ettiren ikinci ihanet sürecinin büyüsü müdür”

Bu paratoner korosunda sırada turpun büyüğü var. Turbun büyüğü ve en acı olanı ise Ulusal Savunma Bakanı’nın sözleridir. Evvel ‘Yanlış mı okudum’ dedim lakin maalesef hakikat okumuşum. Şehidimiz sorulduğunda dedi ki, ‘Bu ortada bir tane drone atmışlar, o da bizim Mehmetçiğe çarptı, hastaneye götürdük. Kurtaramadık şehit oldu.’ Şehitlerimizi adet üzere zikreden zihniyetin geldiği nokta tam da budur. Bir kahramanımızın şehadetinden değil de yolda çarptığı yavru kediden bahsediyor güya. Tüm hayatını Türk ordusunda teğmenlikten orgeneralliğe, hatta Genelkurmay Başkanlığı’na kadar o üniformayla geçirmiş birinin ettiği kelama bakar mısınız? Üniformayı çıkarıp, bir buçuk sene bakanlık yapınca mu bu hale geldin Sayın Bakan? O drone’u kim attı? Türk ordusunun, polisimizin, korucularımızın yıllardır kahramanca gayret ettiği hain teröristler atmadı mı? Cumhur koalisyonundan pay alınca artık Mehmetçik katiline katil, teröriste terörist demekten vaz mı geçtiniz? 50 yıl hizmet verdiğiniz ordumuzun hassasiyetlerini 1 yılda hafızanızdan mı sildiniz? Beyefendiler, siz bizle tekrar dalga mı geçiyorsunuz? Kelamda tahlil, özde ihanet sürecinizde valilere, kumandanlara ‘Teröristleri görmeyin, operasyon yapmayın’ buyruğu verdiğinizde hendekler kazıp, bombalar, mayınlar, tuzaklar döşeyen, silahlanan ve ayaklanma çıkaran tıpkı PKK değil midir bu işin faili? Tekrar mi ismini koyamıyorsunuz? Size bu saçma lafları ettiren ikinci ihanet sürecinin büyüsü müdür?

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, şehide kelle diyerek, teröriste barış güvercini muamelesi yaparak bu ülkeyi dün götürdüğünüz yer neresiyse bugün de birebirdir. Vatana ihanet misyonu tevdi edilmiş aparatların ajandasına değil, vatana hizmet için hayatını ortaya koymuş kahraman Türk ordusunun gururuna uygun davranın. Unutmayın, vatana hizmetin mükafatı, gurur ve şehadet. Bu başla saraya hizmetin mükafatı da ihanetle anılacaktır. Ne kadar paratoner olsanız da hakikatleri ne kadar saptırmaya çalışsanız da milletimiz gerçeği en acısından yaşıyor. Siz, teröristle yeni masalar kurmakla meşgulken; siz, cübbelerine ilik açtırmış bir avuç tetikçiyle kumpaslar kurarken milletimizi de cambaza bak numaralarıyla oyalamaya kalkarken 2025 yılında Ankara’da vatandaş ucuz yumurta kuyruğuna giriyor. En erken 1 yıl sonraya verilen ultrason randevusu sizin eserinizdir. Adliye koridorlarında 7’den 70’e sipariş soruşturmalarla yargılanan gençler, belediye başkanları, parti genel liderleri, gazeteciler; her günü kabusa dönmüş emekçi, emekli, memur sizin eserinizdir.

“Yoksulluk ve faizle çaba etmek isteyen, milletini tefeci nizamıyla, faizle boğup ekmeğe muhtaç etmez”

Bugün Anadolu’da ne İstanbul’u ne de öbür büyükşehirleri besleyecek insan gücü yoktur. Toplam nüfusumuzun yüzde 93’ü vilayet ve ilçe merkezlerinde yaşarken yalnızca yüzde 7’si köylerde ve kırsal alanlarda yaşamaktadır. Bu üretimin durması demektir. Türkiye, tarımdaki üretimiyle, kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmıştır. Bu, vatanın terk edilmesi demektir. Verimli ovaları eken yoktur. İktidar çiftçiyi, köylüyü doğduğuna pişman ettikçe tarlalar boşalmıştır. Köy okullarını kapattıkça, devlet eğitimden elini çektikçe köylerde çocuk kalmamıştır. Hasta garantili kent hastaneleri rantı için sağlık ocakları, devlet hastaneleri kapatıldıkça, önleyici sıhhat hizmetleri bir kenara atıldıkça taşrada insanımız yaşayamaz hale gelmiştir. Bugün yaşadığımız kaçak nüfus sıkıntısının en büyük risklerinden biri de budur. Kendin ekemediğin tarlayı, kendin bakamadığın hayvanı yarın öbürleri ekecektir ve diğerleri güdecektir.

İş bu haldeyken nüfus hareketliliğinin, sanayi ve hizmet üretiminin yüzde 30’undan fazlasına konut sahipliği yapan bir kentin, İstanbul’un yıkımını hiçbir millet, hiçbir devlet kaldıramaz. Fatura yalnızca yüz milyarlarca dolar olmayacaktır. Geçmişten geleceğe uzanan bir yıkım riskiyle karşı karşıyayız. Nasıl ki geçmişte, İstanbul’un düşmesi, imparatorluğun sonunu getirdiyse iktidarın, İstanbul merkezli rant ve finans odaklı büyüme projesinin sonu da bundan çok daha acıklı sonuçlar doğurabilir. Halbuki üretimi, yatırımı bölgelere yayabilsek, rastgele bir bölgede yaşanacak felaketin ülke iktisadına tesiri daha sonlu kalır. Öbür bölgeler yaraların sarılmasına takviye olabilir.

İstanbul üzerinden yürüteceğimiz tartışmanın da özü bu olmalıdır. Kentsel dönüşüm diye lisanlara pelesenk edilen şey, İstanbul’u ve kent merkezlerini daha da kalabalıklaştırmak ve nefes alınmaz hale getirmek olmamalıdır. Bu yüzyılda farklı bir bakış geliştirmek zorundayız. Tıpkı yaklaşımla bölgelerarası eşitsizliğin yanlışsız anlaşılması gerekmektedir. Türkiye, adeta bir kente bağımlı bir iktisatla hiçbir yere gidemez, önündeki riskleri atlatamaz. ‘İstanbul’dan çıkın gidin’ demekle olacak bir iş değildir bu. Bir teşvik düzeneği sunmak gerekmektedir. Bu teşviklerin başında da vilayetler ortası yatırım ve yaşanabilirlik farklarını kapatmak gelmelidir. Evvel vilayetlerin yetkinliklerini, nereye gidebileceklerini gerçek analiz etmek gerekmektedir. Bunun için ise kelamda değil, özde yerlilik ve ulusallık gerekmektedir. Bilgisayar başında bölgesel gelişme stratejisi yazarak bölgeler ortası gelişmişlik farkları kapanmaz.

Bugün gelir adaletsizliğinin en yüksek bölgelerinden olan Doğu ve Güneydoğu; Diyarbakır, Mardin, Van onlar için ne demek? Yeniden rant demek, ağalık-marabalık demek. Aksi olsaydı, 23 yılda cumhuriyetin 10 yılda yaptığının yarısını yaparlardı. Çılgın projeler üretmek yerine, 23 yıldır laf üretmek yerine evvel GAP’ı bitirilirlerdi. Yıllar boyunca faiz ve beton döngüsünde şatafat ve şahsi servetlere heba edilen yüz milyarlarca dolar parayla, Konya’dan Antalya’ya bir tarım merkezi, bir Hollanda inşa edebilirlerdi. İzmir’den Manisa’ya bir lojistik ve yazılım bölgesi kurabilirlerdi. Karadeniz’in yaylalarını beton döküp Körfez sermayesine peşkeş çekmek yerine tarım ve turizmi birbirine bağlayıp, oraları sürdürülebilir formda ihya edebilirlerdi. Bu husustaki anlayışları da terörle uğraş üzeredir. Terörle uğraş etmek isteyen, teröristle işbirliği ve pazarlık yapmaz. Yoksulluk ve faizle çaba etmek isteyen, milletini tefeci sistemiyle, faizle boğup ekmeğe muhtaç etmez.

“Türk Devletleri Teşkilatı diye yola çıkıp Kıbrıs Türklüğünü yasa dışı bahis baronlarına satanları görüyorum”

23 yıllık iktidarlarının sonunda geldiğimiz yer ortada. Milletim evsiz, gencim işsiz, daha da acısı hayalsiz. Öğretmenlerim atanamadı. Memurum geçinemedi, Ankara’daki yargıçlarım sindirildi, mühendisime zorla hak ediş, hekimime şiddet reva görüldü. Bayanlara kara toprak, çocuklara açlık, babalara mahcubiyet reva görüldü. Cumhuriyetten uzaklaşmanın kaçınılmaz sonucudur bu. Vatandaşın fikrine tahammülün terk ettiği toprakların çoraklığındayız. Gençlerin evvel hayallerinin, sonra şahsen kendilerinin göç ettiği toprakların kuraklığındayız. Umutların bile gözaltına alındığı adaletsiz bir masal ülkesinin kabusundayız.

Organize bir kötülük ve cüretkar bir cehaletle çaba ediyoruz. Ülkenin başındaki kişi, Recep Tayyip Erdoğan, ‘Türkiye Yüzyılı’nda Türkiye’nin Göç İdaresi Programı’nda ne diyor, tekrar ensar-muhacir diye başlıyor, akabinde da hicret benzetmesi yapıyor. ‘Türkiye’de 4 milyon 33 bin göçmen vardır’ diyor. Bazen ne dediğiniz değil, ne demediğiniz kıymetlidir. Sığınmacıları, kaçakları göçmen diye tanım eden Erdoğan sanki ne yapmak istiyor diye sorsak, şıklar muhakkak: A- Bu kavramın ne olduğunu bilmiyor? Mümkündür, zira umurunda değildir. B- Bu kavramı da istediği üzere şekillendireceği bir oyun hamuru zannediyor. Bu da mümkündür. C- Kederi oburdur. En asıllı şık da budur. Recep Tayyip Erdoğan’ın kaygısı oburdur. Sen göçü de göçmeni de bugünün mevcut ve yarının müstakbel kaçaklarını legalleştirmek için eğip bükemezsin. Bu türlü bir selahiyete sahip değilsin.

Geçici müdafaa statüsünün ismi, ne vakit göçmenlik olmuştur? Türk dışında herkesle kucaklaşan, başında olduğu Türk devletinin ismiyle, özüyle, kurumlarıyla, gelenekleriyle arbede eden bir iktidar görüyorum. Ben aksaçlılığın bilgeliğini değil, cehaletin karanlığını görüyorum. Türk Devletleri Teşkilatı diye yola çıkıp Kıbrıs Türklüğünü kumarhane kapitalizmine, yasa dışı bahis baronlarına satanları görüyorum. Akdeniz’de vatanın mavisinden bahsedenlerin, doların yeşiline ram olduklarını görüyorum. Gazze’nin acılarından manşet devşirip İsrail’le komisyonculuk oynayanları görüyorum. Tüm kutsallarımızı palavralarına alet etmekten utanmıyorlar. Türkiye’de göçmen varmış, hadisenin ismi da hicretmiş. Bu bezirgan saltanatıyla oynadığınız demografik kumarın o mukaddes hicret ile hiçbir benzerliği, hiçbir alakası yoktur. Bu din bezirganlığını bırak da sen bize yakından takip ettiğin Suriye’deki o konferanstan haber ver. Armağan ettiğin kravatla ‘adamım yaptım’ zannettiklerinin Türkiye’ye attığı kazıklardan haber ver. Sana ebeliğini yaptırdıkları, senin de koltukta oturmak uğruna ‘Baş göz üstüne’ dediğin yeni terör devletinden haber ver. Kandil’den Suriye’ye taşınan terör baronlarından haber ver. 50 bin insanımızın katilini, ordumuzun çoktan bertaraf ettiği PKK’yı yine diriltip siyasete sokmaya uğraştığın planlarından haber ver. İmralı-Beştepe-Balgat trafiğinde yürüttüğün af pazarlığından haber ver. Barış, barış dedirterek işaret ettirdiğin savaşın tarafları kimdir, ondan haber ver.

“Bunların pişirdiğin aşın materyali zehirdir zehir”

Teröristbaşını Meclise çağıran zatı biliyorsunuz. Artık teröristlerle pek sıkı fıkı oldu. Lakin Suriye’deki konferansa incinmiş. ‘Pişmiş aşa su katmayın’ diyor. Hala hayal aleminde. Birinci gün söyledim, yine hatırlatayım; bunların pişirdiğin aşın materyali zehirdir, zehir. Su katsalar ne katmasalar ne. Pişmiş AŞ dediğin, bu millete dayatılan baldıran zehridir. Bugün incinmişsin. Bekle, sandık geldiğinde çok daha fazla incineceksin. Bu millet bu ihaneti affetmeyecek, göreceksin. Bize masal anlatmayı bırakın. Yoksullukla, yolsuzlukla uzunluğuna; adaletsizlikle enine bölüp parçaladığınız Türkiye’den haber verin. Gaye 2023, gaye 2053, amaç 2071 diye anlattığınız öykünün, tutmayan hesaplarının hesabını, katlettiğiniz adalet nizamının hesabını verin.”

Dervişoğlu konuşması öncesinde kurucu il başkanı oldukları Zafer Partisi’nden istifa ederek, UYGUN Parti’ye katılan Mahmut Kuşdemir, Suat Aydın, Halil İbrahim Aydın, Kenan Karakuş, Ahmet Alaca, İbrahim Nahya, Salim Duruakan, Mevlüt Tekdemir ve Galip İlya’ya rozetlerini taktı.